
Adalet sarayı set, muhalifler figüran
ADEM ÖRENGÜL
Değerli okurlarım, adalet senaryo, adalet sarayı set, muhalifler figüran olmuştur. Türkiye’deki adalet sistemine ve muhaliflerin durumuna yönelik soruşturmaların tamamının içi boş, gündem değiştirme amaçlıdır. Son olaylar ışığında ne ölçüde geçerli olduğunu değerlendirmek için, Türkiye’deki güncel siyasi ve adli gelişmeleri incelemek gerekir. Bu metaforik ifade bağlamında analiz edeceğim. Ve bu sözün ne kadar yerinde olduğunu göreceksiniz.
Türkiye’de 2024 ve 2025 yıllarında yaşanan bazı önemli olaylar, adalet sisteminin işleyişine ve yargı bağımsızlığına dair tartışmaları alevlendirmiştir. Bu olaylar, “adalet senaryo” ve “adalet sarayı set” eleştirilerini destekleyen onlarca soruşturma görebilirsiniz.
Ekrem İmamoğlu’na Yönelik Soruşturmalar ve Erişim Engeli, 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sosyal medya hesabına erişim engeli getirilmesi, muhalif bir figüre yönelik baskının bir örneği olarak değerlendiriliyor. Ayrıca, İmamoğlu’nun “19 Mart darbe girişimi” gibi iddialarla ilişkilendirilmesi ve hakkında devam eden soruşturmalar, yargının siyasi amaçlarla kullanıldığı eleştirilerini güçlendirdi. Bu durum, “adalet senaryo” metaforunu destekler; zira yargı süreçlerinin siyasi bir kurgu içinde şekillendiği algısı yaygınlaştı.
Tutuklamalar ve Muhaliflere Yönelik Davalar, CHP’li belediye başkanları ve üst düzey yöneticilerin tutuklanması, ana muhalefet partisine yönelik sistematik bir baskı olarak yorumlanıyor. Ayrıca, toplumsal muhalefetin önde gelen isimlerinin yargı süreçleriyle karşı karşıya kalması, muhaliflerin “figüran” konumuna düşmesi, eleştirisini destekliyor. Örneğin, Kobani ve Gezi davaları gibi yüksek profilli davalarda delilsiz yargılamalar yapıldığı iddiaları, yargının siyasi bir araç olarak kullanıldığına dair algıyı pekiştiriyor.
Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısı ve atama süreçleri, yargı bağımsızlığına dair eleştirilerin odağında. 2024’te HSK’nın bazı kararları, yargıçların siyasi baskı altında olduğu iddialarını güçlendirdi. Bu, adalet saraylarının bir “set” gibi, yalnızca göstermelik bir adalet sahnesi olduğunu gösteriyor. Son dönemde rüşvet ve yolsuzluk soruşturmaları, örneğin Kadıköy Belediyesi’nde zabıta memurlarına yönelik operasyonlar, adalet sisteminin bazı suçlara karşı hassas olduğu izlenimini verse de, bu süreçlerin muhalif belediyelere odaklanması, seçici bir adalet uygulandığını gösteriyor. Ayrıca, yolsuzluk yapan müteahhitlerin protokolle karşılandığı iddiaları, adaletin güçlüye hizmet ettiği algısını pekiştiriyor.
Muhalif medya kuruluşlarına yönelik erişim engellemeleri ve sansür, muhaliflerin kamuoyunda seslerini duyurma yetkilerinin kısıtlandığını gösteriyor. Erişim engeli ve diğer muhalif hesaplara yönelik benzer uygulamalar, muhaliflerin etkisini sınırlamayı amaçlıyor.
Sonuç olarak, olaylar ışığında, “Adalet senaryo, adalet sarayı set, muhalifler figüran olmuştur” adalet sistemi ve muhaliflerin düşman hukuku algısını yansıtıyor. Bu da büyük ölçüde geçerli görünüyor. İBB yönelik soruşturmalar, muhaliflere uygulanan baskılar, yargı bağımsızlığına dair eleştiriler ve adalet saraylarındaki güvenlik ve altyapı sorunları, bu metaforun temelindeki eleştirileri destekliyor. Ancak, muhaliflerin hala direnç göstermesi ve adalet sisteminde bazı olumlu süreçlerin varlığı, bu sözün toptancı bir genelleme olduğunu da gösteriyor.