ADEM ÖRENGÜL

Adaletin bu mu dünya ?

ADEM ÖRENGÜL

Değerli okurlarım,
Her gün “üç öğün bağımsız yargı” söylemiyle karşılaşıyoruz. Ancak yaşananlar, adaletsizliği adeta gözler önüne seriyor. Bir vatandaşın “Siz iktidara gelince siz de aynısını yaparsınız” demesi ise, Türkiye'nin Ortaçağ’a mı döndüğü sorusunu akıllara getiriyor. Bu oldukça hassas ve derin bir konu. Bu nedenle adım adım, tarafsız ve bilgiye dayalı bir analiz yapacağım.

Türkiye’de adalet sistemi, son yıllarda hem iç kamuoyunda hem de uluslararası platformlarda yoğun şekilde tartışılıyor. Adalet, hukuk devleti ilkesi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlık gibi temel değerlerle doğrudan ilişkili.

Son dönemde Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un açıklamaları ve yargı reformu girişimleri farklı tepkilerle karşılanıyor. Bakan Tunç’un “Türkiye bir hukuk devletidir” sözleri, bir kesim tarafından olumlu bulunurken, diğer kesimler bu söylemi mevcut adaletsizlik iddialarıyla çelişkili buluyor. Hatta bazıları, bu söylemin adaletsizliklerin üzerini örtmeye çalıştığını düşünüyor.

Eleştiriler özellikle şu alanlarda yoğunlaşıyor:

Yargı bağımsızlığı konusundaki endişeler,

HSK’nın yapısı ve atama süreçlerine dair eleştiriler,

Siyasi saiklerle yürütüldüğü iddia edilen davalar,

Muhalif siyasetçilere ve gazetecilere yönelik yargılamalar.

Avrupa Birliği ve uluslararası insan hakları kuruluşları da Türkiye’de yargının yürütme etkisinden ne kadar bağımsız olduğu konusunda çeşitli raporlar yayımlıyor.

Özellikle Kartalkaya faciası gibi olaylar, toplumun adalet duygusunu derinden sarsıyor. 78 insanın hayatını kaybettiği bu faciada sorumluların cezasız kalması, adalet sistemine olan güveni zedeliyor.

Türkiye, anayasal kurumlarıyla istikrarlı bir yapıya sahip görünse de, bölgesel koşullar ve siyasi geçmiş nedeniyle adalet sistemi hâlâ kırılgan. Buna rağmen Türkiye, AB süreci ve taraf olduğu uluslararası anlaşmalar nedeniyle daha yakından denetleniyor.

Unutulmamalı ki, adalet yalnızca mahkeme salonlarında değil, toplumsal vicdanda da karşılık bulmalıdır. Mevlana’nın dediği gibi: “Adaletsizlik, dikene su vermektir.” Bu nedenle adalet, yalnızca güçlüleri değil, haklıları korumalıdır.

Siyasi kutuplaşmanın azaltılması için iktidarın daha yapıcı bir tavır sergilemesi şart. Yargı sistemine tam uyum sağlanmalı, anayasa ve yasa önünde herkes eşit olmalıdır. Kartalkaya gibi trajik olaylarda sorumluların hesap vermesi, toplumun adalete olan inancını yeniden inşa edebilir.

Bakan Tunç’un “hukuk devleti” vurgusu kuşkusuz ideal bir hedefi temsil ediyor. Ancak, halkın gözünde güçlü bir adaletsizlik algısı var. “Biz de yapıyoruz, siz de yaparsınız” şeklindeki yaklaşımlar ise adaletin siyasallaştığını ve bir güç mücadelesine dönüştüğünü açıkça ortaya koyuyor. Bu, hukuk devleti ilkesine tamamen aykırıdır.

Türkiye’nin kurumsal yapısı ve toplumsal dinamikleri göz önüne alındığında bu söylemler ciddi riskler barındırsa da, çözüm mümkündür. Güven duygusunu yeniden tesis etmek için somut adımlar atılmalıdır.

Sonuç olarak:
Yargı bağımsızlığını güçlendirecek yapısal reformlar kaçınılmazdır.

Siyasi saiklerle açılan davalar değil, evrensel hukuk ilkelerine dayalı yargılamalar esas alınmalıdır.

Toplumun adalet duygusunu pekiştirmek için şeffaf, hesap verebilir ve tarafsız bir sistem inşa edilmelidir.

Ancak o zaman “adalet” gerçekten herkes için var olabilir.

Yazarın Diğer Yazıları