
KÖTÜLÜĞÜN ANASI CEHALET, BABASI KİNDARLIK
ADEM ÖRENGÜL
Değerli okurlarım,
Başlıktaki teori son aylarda Türkiye'deki tutuklamalar, özellikle siyasi ve toplumsal dinamiklerle yakından ilişkilidir. Genellikle hükümetin muhalif kesimlere yönelik baskılarının bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, 2025’te tutuklamalarla başlayan geniş çaplı protestolar ve ardından gelen gözaltılar, konunun merkezinde yer alıyor.
Tutuklamaların nedenleri, resmi açıklamalarda genellikle "yolsuzluk", "terör örgütleriyle bağlantı" veya "kamu düzenini bozma" gibi suçlamalara dayanıyor. Muhalefet ve insan hakları örgütleri bu operasyonların siyasi motivasyonlu olduğunu ve demokratik hakların kısıtlanmasını amaçladığını savunuyor. İstanbul’un CHP’li belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, yolsuzluk ve "terör örgütüne yardım" suçlamalarıyla tutuklandı. Bu, İmamoğlu’nun 2028 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muktedirlerin en güçlü rakibi olarak görülmesi nedeniyle geniş yankı uyandırdı. Muhalefet, bu tutuklamanın siyasi bir hamle olduğunu ve AKP'nin rakiplerini etkisiz hale getirmek için yargıyı kullandığına dair iddiaları dile getiriyor.
Son günlerde CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar hız kazandı. Temmuz 2025’te, İzmir’in eski belediye başkanı Tunç Soyer ve 109 belediye çalışanı, yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma suçlamalarıyla gözaltına alındı. Aynı dönemde Adıyaman, Adana ve Antalya’da CHP’li belediye başkanları da benzer suçlamalarla tutuklandı. Bu operasyonlar, CHP’nin Mart 2024 yerel seçimlerinde elde ettiği başarıların ardından hükümetin muhalefeti zayıflatma çabası olarak yorumlanıyor.
Tüm bu gelişmeler, son on yılın en büyük protesto dalgasını tetikledi. Mart 2025’ten itibaren İstanbul, Ankara, İzmir ve diğer şehirlerde on binlerce kişi sokaklara çıktı. Bu protestolar sırasında 1.400’den fazla kişi gözaltına alındı; aralarında öğrenciler, gazeteciler ve avukatlar da vardı. Bakanlık protestoları “toplumsal düzeni bozma” girişimi olarak nitelendirerek, gösterilere karşı sert önlemler alıyor. Polis, protestolarda biber gazı, tazyikli su ve plastik mermi kullandı; bu da uluslararası insan hakları örgütlerinden tepki çekti. Amnesty International, bu operasyonları “barışçıl muhalefeti bastırmaya yönelik drakonik eylemler” olarak tanımladı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Türkiye’nin demokratik değerleri koruma sorumluluğuna dikkat çekti. RTÜK’ün, protestoların canlı yayınını yapan medya kuruluşlarını tehdit ettiği de raporlandı. On gün yayın durdurma cezası verildi.
Hükümet, muhalifleri sıklıkla “terör örgütleriyle bağlantılı” olmakla suçluyor. PKK’ya yardım ettiği iddiası, bu suçlamaların bir örneği. Ayrıca, Gülen Hareketi’ne yönelik operasyonlar da devam ediyor. Hükümet önce sapla samanı karıştırdı, sonra kendine muhalifleri "FETÖ’cü" diye tutukluyor. Konjonktür değiştikten sonra dışarda bir tek AKP'li dışında kalmaz! Tutuklamalar, Türkiye’nin ekonomik sorunları ve uluslararası ilişkilerdeki pozisyonuyla da ilişkilendiriliyor.
Sonuç olarak, cehalet, bilgiye erişimin kısıtlanması ve propaganda yoluyla beslenirken; kindarlık, siyasi kutuplaşma ve muhaliflere yönelik düşmanlaştırıcı söylemlerle güçleniyor. Ancak, bu durumun yalnızca bu iki kavramla açıklanması, ekonomik, hukuki ve uluslararası faktörlerin rolünü göz ardı edebilir. Türkiye’deki mevcut durum, derin bir siyasi krizin ve toplumsal kutuplaşmanın bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.