
İskoçya günlüğü
GÜLŞAH ELİKBANK
Londra gezimizin detaylarını sizlerle paylaşmıştım. Orada tek eksik bıraktığım konu ise ABBA Voyage konseriydi. Öyle büyüleyici bir konserdi ki, nasıl anlatmalı bilemiyorum. ABBA yıldızlarının teknoloji ile yeniden aramızda olduğu bambaşka bir show izledik. Daha önce Mamma Mia müzikalini yine Londra’da izlemiştim ama bu konser ondan çok daha farklıydı. ABBA Arena’da 3 bin kişi vardı. Biletler oldukça önceden tamamen satılmıştı. İçeride ABBA’nın en ünlü döneminde genç olan binlerce tontoş teyze, amca dolaplarından eski çılgın kıyafetlerini çıkararak heyecanla dans ediyordu. Çünkü sahnede aslında onların gençliği vardı. Bu çok ilginç bir deneyim oldu. Kuşaklar arası bir buluşma ve sanatın ölümsüzlüğü…
Londra’da aynı vize ile geçilebildiği için tercihimiz İskoçya’ya geçmek oldu. Dört saat süren bir tren yolculuğu ile önce Glasgow’a gittik. Tren yolculukları Avrupa’da da uçaklardan daha konforlu ve daha ucuz diyemem çünkü bu seçenek de yıldan yıla pahalılaşmış maalesef. Glasgow, sanayisi ile zenginleşmiş ve şimdilerde üniversiteleri ile gözde bir şehir. Cuma ve Cumartesi akşamları herkes sokaklarda çılgınca eğleniyor, sabahlara kadar eğlence sürüyor. Pazar günleri ise oldukça sakin, herkes çalışma gününe hazırlanıyor. İş ve yaşam dengesini çok iyi kurmuşlar. Tek dertleri gün içinde sürekli değişen hava… Bir anda güneşliyken, ardından deli gibi yağmur yağabiliyor ve yarım saat sonra yeniden güneş açıyor. Bu ani değişimlerin onlara anın tadını çıkarmayı öğrettiğini söylüyorlar. Gördüğüm en sevecen ve neşeli insanlar İskoçlar olabilir bu arada. Garsonundan resepsiyonuna, yöneticisine herkes gülümsüyor ve sadece misafirperver gözükmek için değil, sahiden mutlu oldukları için. En sevdiğim şeylerden biri bu oldu. Glasgow’da mini bir kitap fuarı buldum, en büyük parklarının içinde. Bu parka gün içinde güneş çıktığı an koşuyor, güneşleniyorlar. Kitap fuarı dedikleri şey bizim en küçük kitapçımız kadardı bu arada. Onlar için sanatın, edebiyatın her alanı çok kıymetli.
Glasgow’dan meşhur Edinburgh’a geçtik. Glasgow Londra’ya göre daha ucuz bir şehirdi. Edinburgh ise hepsinden pahalı. Turistlerin akın akın geldiği şehir burası. Son yılların yeni gözdesi. Harry Potter bu sokaklarda yazarı tarafından yazıldığı için de ayrıca ünlendi. Ama sadece o değil. En işlek caddesinde, Greyfriars Bobby, Edinburgh'un simgesi haline gelmiş bir hikayenin kahramanı olan teriyer cinsi bir köpek heykeli var mesela. Kendi küçük ama hikayesi ve verdiği ilham büyük. Ölen sahibi John Gray'i, iki yaşından 16 yaşında kendi ölümüne kadar mezarı başında beklemesiyle ünlenmiş. Karşılıksız sevgi ve sonsuz sadakatiyle Edinburgh şehrinin simgesi haline gelmiş.
Ölümünün ertesi yılında, Burdett-Coutts Baronesi Angela Burdett-Coutts IV. George Köprüsü’nün güney çıkışına, Bobby'nin anısını yaşatmak için bir heykel ve çeşme yaptırmış. Şimdilerde bu çeşme ve heykel her turistin uğradığı, fotoğraf çektirip bu hikayeyi dinlediği bir yere dönüşmüş. İyi bir destinasyon olmak yetmez, sizi farklı kılacak birkaç hikayeniz de olmalı. Edinburgh bunu çok iyi başaran şehirlerden. Yoksa oldukça soğuk ve kasvetli havası ile bu kadar gözde olması çok zor olurdu.