ADEM ÖRENGÜL

Davalar siyasi, tutuklamalar kasıtlı

ADEM ÖRENGÜL

Değerli okurlarım, Türkiye’de siyasi davalar ve hasta mahkûmlar konusu, adalet sisteminin ne kadar siyasi olduğunu ortaya koyuyor. Bu davalarda yargı bağımsızlığı, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi konularda siyasetin etkili olduğu iddia ediliyor.

Siyasi davalar, genellikle muhalif siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler veya sivil toplum aktivistlerine yönelik açılan ve siyasi motivasyonlarla ilişkilendirilen davalardır. Türkiye’de bu tür davalar, özellikle 2016’daki sözde darbe girişimi sonrası yoğunlaşmış ve hem ulusal hem uluslararası düzeyde tartışma konusu olmuştur.

Cumhuriyet döneminde 12 Mart (1971) ve 12 Eylül (1980) darbeleri sonrası siyasi davalar artmış, solcular, sağcılar hedef alınmıştır. 2000’lerde Ergenekon ve Balyoz gibi davalar, “derin devlet” bağlantılı suçlamalarla dikkat çekti. Ancak bu davaların bir kısmı, sonradan beraatlerle sonuçlandı ve siyasi olduğu eleştirildi. 2016 sözde darbe girişimi sonrası ise muhalifleri hedef aldığı gerekçesiyle eleştiriliyor. AİHM, 2018 ve 2020 kararlarında bazı tutukluluğunun siyasi amaçlı olduğunu ve serbest bırakılması gerektiğini belirtti. Ancak bu kararlar uygulanmadı. 2025’te “kamu görevlisine hakaret” ve “tehdit” suçlamalarıyla 1 yıl 5 ay 15 gün ve 2 ay 15 gün hapis cezaları istemleri yağdırıldı. Ayrıca, yolsuzluk ve “resmi belgede sahtecilik” suçlamalarıyla davalar açıldı. Bu davalar, siyasi rakip olarak görülmesiyle ilişkilendiriliyor. Saraçhane protestolarına yol açtı. Bu protestolar ülke geneline yayıldı.

2017’den beri tutuklu olan Kavala, Gezi Parkı protestolarını finanse etmekle suçlanıyor. AİHM, Kavala’nın serbest bırakılması gerektiğini belirtti, ancak karar uygulanmadı. Bu dava, uluslararası alanda siyasi yargılamaların sembolü haline geldi. İddialara göre yargının siyasi iktidarın sekreteri gibi işlediğini ve bağımsız olmadığını öne sürülüyor. Hâkim ve savcı atamaları, HSK’nın yapısı ve siyasi baskılar, bu eleştirilerin temelini oluşturuyor.

Siyasi davalarda kişiler, iddianame hazırlanmadan veya uydurma delillerle yıllarca tutuklu kalabiliyor. Örneğin, Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık’ın iddianamesiz tutuklandığını biliyoruz. İmamoğlu’nun 2025’teki tutukluluğu, Saraçhane’de başlayan ve ülke geneline yayılan protestolara yol açtı. Bu protestolar, ifade özgürlüğü ve otoriterizm karşıtlığına dönüştü.

RTÜK’ün, protestoları yayınlayan Sözcü TV, Halk TV ve Tele1’e cezalar vermesi, ifade özgürlüğü tartışmalarını alevlendirdi. İmamoğlu’nun tutukluluğu sonrası protestolar, Türk lirasında değer kaybı ve kredi risk priminde artış gibi ekonomik sonuçlar doğurdu.

Hasta mahkûmlar, cezaevlerinde yeterli sağlık hizmetine erişemeyen ve infaz ertelemesi süreçlerinde ciddi engellerle karşılaşan kişilerdir. Sisteminin bürokratik eksiklikleri açısından korkunç ve tehlikeli. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) 2025 raporuna göre, Türkiye’de cezaevlerinde 1.412 hasta mahkum bulunuyor; 335’i ağır hasta, 230’u tek başına yaşayamaz durumda. Adalet Bakanlığı ise bu sayıyı 350 olarak bildiriyor.

Siyasi davalarda yargının siyasi baskı altında olması, hasta mahkûmların tahliye süreçlerinde de bürokratik engeller yaratıyor. AİHM ve AYM kararlarının uygulanmaması, hasta mahkumların sağlık hakkının ihlaliyle birleşiyor.

Sonuç olarak, adaletsizliklerin giderilmesi için sorunların çözümü, yargı bağımsızlığı, insan haklarına saygı ve şeffaf bir hukuk sistemiyle mümkün.

Yazarın Diğer Yazıları