
Türkiye otoriterliğe mi gidiyor
ADEM ÖRENGÜL
Değerli okurlarım, Türkiye'de rejim dönüşümü, son yıllarda yoğun tartışmalara konu olan bir süreç. Bu dönüşüm, özellikle 2017 anayasa referandumuyla parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişle tek adam sistemine doğru hız kazandı. Bu değişiklik, yürütme gücünü tek adam elinde yoğunlaştırdı ve muhalefet tarafından "otoriterleşme" olarak eleştirildi. Ancak 2025 yılına gelindiğinde, bu sürecin daha da derinleştiği görülüyor.
Türkiye, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri parlamenter demokrasi üzerine kurulu bir sistemdi. Ancak 2000'lerden itibaren AKP iktidarı altında, özellikle Gezi Parkı protestoları (2013), sözde 15 Temmuz darbe girişimi (2016) ve ardından gelen olağanüstü hal uygulamalarıyla kurumlar aşındı. 2017 referandumuyla kabul edilen cumhurbaşkanlığı sistemi, Cumhurbaşkanına geniş yetkiler verdi; Meclis'in denetim gücü azaldı, yargı bağımsızlığı tartışmalı hale geldi ve medya özgürlüğü kısıtlandı.
Uluslararası gözlemciler, bu dönemi "rekabetçi otoriterlik" olarak tanımlıyordu! Yani seçimler yapılıyor ancak muhalefet eşit şartlarda yarışamıyordu. Freedom House'un 2025 raporuna göre, AKP'nin 2002'den beri süren iktidarı giderek otoriterleşti; muhalefet baskı altında, basın sansürlü ve yargı siyasileşti. Human Rights Watch'un 2025 Dünya Raporu da, yargıdaki yolsuzluk ve siyasi bölünmelerin demokrasiyi erozyona uğrattığını vurguluyor.
2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP'nin yeniden seçilmesi, bu sistemi pekiştirdi. Ancak 2024 yerel seçimleri bir dönüm noktasıydı; Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 47 yıl sonra birinci parti oldu ve İstanbul gibi büyük şehirleri kazandı. Bu, muhalefetin gücünü gösterdi ancak iktidar tarafından "tehdit" olarak algılandı. Bu bağlamda 2024-2025 Dönemi ve Otoriterleşme Hızlanması 2025 yılı, rejim dönüşümünde kritik bir aşama. Mart 2025'te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması, ülke çapında protestolara yol açtı. İmamoğlu, yolsuzluk ve terör örgütüne yardım suçlamalarıyla gözaltına alındı; bu, muhalefetin önde gelen isimlerini tasfiye girişimi olarak görüldü. Tutuklama, öğrenci protestolarıyla başladı ve milyonlarca kişinin katıldığı boykotlara evrildi. İmamoğlu, Silivri Cezaevi'nden yazdığı bir makalede, bunu "demokrasiye darbe" olarak nitelendirdi ve Türkiye'nin jeopolitik önemini vurgulayarak uluslararası topluma çağrı yaptı.
Bu olay, rejimi "rekabetçi otoriterlikten" "hegemonik otoriterliğe" taşıdı. Muhalefetin seçimle iktidarı değiştiremeyeceği bir yapıya evrildi. Deutsche Welle'ye göre, Türkiye artık Rusya veya Venezuela gibi, seçimlerin formalite olduğu bir rejime benziyor. Leiden Üniversitesi'nden bir analiz, İmamoğlu'nun tutuklanmasının otoriterleşmeyi hızlandırdığını ve demokrasinin geleceğini belirsizleştirdiğini belirtiyor.
Uluslararası bağlamda, Türkiye'nin NATO üyesi olması ve jeopolitik konumu (Ukrayna savaşı, Orta Doğu), otoriterleşmeyi Avrupa ve ABD için sorunlu kılıyor. Foreign Affairs, Türkiye'yi "tam otokrasi" olarak tanımlıyor. Ancak Suriye'deki rejim değişikliği gibi dış etkenler (Türkiye'nin rolü), iç politikayı etkileyebilir.
Sonuç olarak, rejim şu anda hegemonik otoriterliğe doğru gidiyor ancak protestolar ve ekonomik krizler demokratik bir kırılma yaratıyor. Önümüzdeki dönem (2028 seçimleri?), belirleyici olacak. Bu süreç, Türkiye'nin sadece iç meselesi değil; bölgesel istikrarı etkiliyor.