
Ailede ilişkilerin görünmeyen dili
YAREN DAĞHAN
Aile, bir çocuğun ilk aynasıdır. Kendiyle, başkalarıyla ve dünya ile kuracağı ilişkilerin ilk tohumları bu aynada yeşerir. Sevildiğini hisseden bir çocuk, ileride sevilmeye değer olduğunu düşünür. Dinlendiğini gören bir çocuk, zamanla kendi duygularına da kulak vermeyi öğrenir. Ancak bu yansımalar her zaman şefkatle dolu değildir. Aile içinde yaşanan çatışmalar, suskunluklar ya da duygusal mesafeler de çocuğun ilişkiler dünyasında görünmeyen izler bırakabilir.
Aile içi ilişkilerde gözle görülen kadar, görülmeyen de önemlidir. Kimin sesine daha çok kulak verilir? Kimin duyguları ertelenir? Evde sessizlik ne zaman huzur, ne zaman gerilim taşır? Bu gibi dinamikler, aile bireylerinin birbirini nasıl duyduğunu ve anladığını gösterir. Çünkü aile olmak, sadece aynı çatı altında yaşamak değil; duygusal olarak birbirine dokunabilmektir.
İlişkilerde zamanla otomatikleşen roller de sorunların temelinde yer alır. “Hep o idare eder”, “zaten o alıngandır”, “biz onunla konuşamayız” gibi inançlar bireyleri sabit kalıplara sıkıştırır. Bu kalıplar, zamanla içten içe kırgınlıklara, uzaklaşmalara ya da bir türlü çözülemeyen döngülere yol açabilir. Oysa her birey, zaman zaman anlaşılmaya, affedilmeye ya da sadece dinlenmeye ihtiyaç duyar.
İlişkileri onarmanın en güçlü yolu ise, yargılamadan iletişim kurmak ve her bireyin hikâyesini anlamaya çabalamaktır. Aile içinde sadece “ne söylendiği” değil, “nasıl söylendiği” de belirleyicidir. Sert sözler yerine duygularla konuşmak, “Sen hep böylesin!” demek yerine “Böyle hissettiğimde zorlanıyorum” diyebilmek, ilişkilerde bağ kurmanın anahtarıdır.
Unutulmamalıdır ki; aile ilişkilerinde dönüşüm bir anda değil, küçük adımlarla başlar. Bazen bir özür, bazen birlikte içilen bir çay, bazen de sadece göz göze gelmek bile duvarların aralanmasına yetebilir.
Ve belki de en çok ihtiyacımız olan şey, evin içinde birbirimize şu soruyu daha çok sormaktır:
“Gerçekten nasılsın?”